Alternatif Eğitim

Program 51
25 Ekim 2008  

www.benimleoynarmisinanne.com 'un fikir annesi Ayça Oğuş konuğumuz...
Alternatif eğitim tarihinin felsefî temellerinden biri olarak J.J. Rousseau'nun "Emile"de karakterize ettiği ve "özgür insan"ı hedefleyen eğitim anlayışı gösterilebilir. Jean Jacques Rousseau (1712-1778), insan duygularının özgürleşmesi yolunda alternatif pedagojinin ilk adımlarını atarak eğitim taihine yön vermiştir. Rasyonalizme karşı bir duygu eğitimini, toplumcu anlayışa karşı bireyin yükselişini ve baskıcı eğitime karşı özgürlüğü savunur. Emile’de ilk defa yapay bir öğretiminin yanlışlıklarını göstererek, baskıdan kurtulmuş bir çocuğun kendiliğinden ve doğal gelişmesinin önemini vurgular.
Alternatif eğitimin diğer bir temelini Leo Tolstoy (1828-1910)'da buluyoruz. Tolstoy “İasnaia Poliana” okulunda kendi başına, disiplinsiz ve cezası eğitimi kurmaya çalışmıştır. Tolstoy eğitime hem teorik eserleriyle, hem öğretmenlik çalışmalarıyla hem de yazdığı okul kitaplarıyla hizmet etmiştir. Halkı yaşadığı sefaletten kurtarmak için, köylülerin çocuklarına yönelik İ. Poliana köyünde bir okul kurdu.
Açtığı okulda çocukları bütünüyle serbest bıraktı. Bireysel özgürlüğü yöntem olarak benimsedi ve eğitimde okulların değil, hayatın belirleyici olduğu sonucuna vardı. Bütün zorlayıcı yöntemleri kaldırdı ve öğrencilerin kendi yöntemlerini geliştirmelerine izin verdi. Okulu terk etmek ve okula kaydolmak tamamen serbestti. Sınavlar, ödüllendirme ve cezalandırma yoktu. Eğitimin başlıca görevi, çocuklara olabildiğince az şey öğretmek ve onların bütün insanların eşit ve kardeş olduğunu fark etmelerini sağlamaktı.

Keyifli Eğitim / Kemal İnal

Merkez-karşıtlığı ya da ‘keyifli eğitim’ tanımlanabilir mi? Eğitimin illa ki bir şeyi merkeze alması gerekli mi? Merkeze bir şeyi -ders kitabı, müfredat, oyun, oyuncak, drama vb.- ya da bir özneyi -öğretmen, öğrenci- koymak, kurumsal ve otoriter bir düşünce ve uygulamanın denetim mantığını ifade etmez mi? Eğitimde merkezcil düşünce, iktidar ilişkilerini yeniden üreten bir süreç yaratır; bu, kaçınılmaz bir sonuçtur. Örneğin, “çocuk merkezli eğitim”, çocuğun, eğitim sürecinin tam ortasında, göbeğinde ve beyninde yer alacağını; tüm pedagojik sürecin çocuğun ilgi, bilgi, deneyim ve ihtiyaçlarına göre geliştirileceğini vb. vazeder. Oysa, eğitimde, hele kapitalist ABD gibi bir ülkenin okullarında uygulandığı iddia edilen bu mantık ve yöntem, nasıl olur da çocukların çokça ezildiği, sömürüldüğü, taciz edildiği, ayartıldığı, bastırıldığı bir sürecin gelişimini engelleyemez? Örneğin nasıl olur da ABD’de sık sık okullarda kriminal olaylar-silahla okulu basma, sınıf ya da kantinde insan öldürme, tuvalette uyuşturucu kullanma vb-zuhur eder, öğrencilerin obezleşme sürecine bir türlü çare bulunamaz, çocukların psikolog ve psikiyatrlara gidip gelmekten ayakkabı eskitmeleri önlenemez, çocuk-ebeveyn ilişkilerinin bunaltıcı çerçevesi bir türlü aşılamaz vs. ABD’yi bırakıp bize dönelim. Ülkemizde eğitim süreci, en azından ilk ve orta düzey eğitim süreci, ‘sıkıcı’, ‘hayattan kopuk’, ‘monoton’, ‘içe kapanık’, ‘eziyet edici’ vb. olarak eleştirilir durulur. Bu doğru, zira bizde eğitim, ne şenlikli ne de keyifli bir içerik/kapsam ve süreç özelliği göstermez; öğretmenler, derslerini bir an evvel bitirip okuldan çekip gitmek isterler, öğrenciler de öyle. Müdür ve muavinlerinin tek dertleri, okulda asayişin devlet adına/namına sağlanmasıdır. MEB, eğitimi ancak rakam ve oranlarla anlar ve açıklar; öğrenci-çocukların duygu, inanç, aile vb dünyalarının bu rakam ve oranlar içinde esamesi bile okunmaz. Bu durumda öğrenim süreci, genel bir rahatlığın değil, kümülatif (birikimli) rahatsızlıkların okula taşınmasıyla habire büyük ölçüde dışarıda üretilen ve kendisine taşınan sorunları çözmeye çalışır durur. Böylece, egemen sınıfların ve devletin direktifleriyle okul, öğretmen, öğrenci ve veli, toplumsal bir işlevsellik çerçevesinde bir takım vazife ve beklentilere yönlendirilir durulur. Bizim eğitim sistemimiz hep bir ideale -vatanına/milletine hayırlı evlat olmak, vazifelerini iyi öğrenmek, terbiyeli ve hayırlı evlat olmak, vb.- yaslanır. Bu idealler elbette kötü değildir; kim çocuğunun eğitim görerek terbiyesiz, hayırsız ve vatanına düşman/hain olmasını ister ki!? Ama çocuğu daha ilk yıllardan itibaren ağır bir yük altına sokmak, ne demek oluyor ki? Örneğin, 23 Nisan’larda okullarda düzenlenen piyeslerde daha anaokulu seviyesindeki miniklere sırtlarında mermi taşıtmak, kürsülerden kan-savaş-gözyaşı temalı şiirler ya da İstiklal Marşını boyun damarlarını şişirtircesine okutmak, onları anlamadıkları ve gelişim-düzeyleri için hiç de olumlu-yerinde olmayan etkinlikler içine sokmak, askeri kıyafetlere benzeyen izci üniformaları içinde doğayı fethetmeye göndermek: Ağır yükün ilk eğitsel uğrakları.
Tüm eğitim ortam ve materyalleri, çocuk ve gençler için eğer çekici, rahatlatıcı, renkli ve zengin, eğlendirici, tek kelimeyle keyif verici değilse, çocuk/genç ne yapsın da bu eğitimden zevk alsın? Bu durumda merkeze neyi koyarsanız koyun, çocuğun ilgi, bilgi, deneyim ve ihtiyaçlarının, eğitim ve hayatın marjinlerinde kalması önlenemez. Okul içi öğrenci kaynaklı sorunlar-bıçakla sırayı kazımak, tuvalette sigara içmek, uyuşturucu kullanmak, ders esnasında mastürbasyon yapmak, kız arkadaşını taciz etmek, başka bir öğrencinin malını çalmak, dersi kaynatmaya çalışmak, okula satırla gelmek, kendinden güçsüzü dövmek, hocasını tehdit etmek vb.-formal bir eğitim kültürüne verilen basit bir informal kültürün tepkileri midir sadece? Bu, bir kuşak sorunu mudur yalnızca? Aslında bunlar, eğitim sisteminin insanı yabancılaştırıcı her türlü pratiğine karşı başkaldırılar değil midir? Bir toplumsal isyanın özel göstergeleri olamaz mı?
Her şeye rağmen eğitimden keyif almalı insan. Öğrenme süreci, insanda haz yaratmalıdır; angarya ya da kölelik duygusu değil. Keyifli eğitimden anladığım, öğrenmenin tam anlamıyla ama çocuğu/genci hırpalamadan, sıkmadan, aşağılamadan, ötekileştirmeden, ayrımlaştırmadan, tek kelimeyle yabancılaştırmadan gerçekleştirilmesi demektir. Bunun için öğretmenin elbette otorite, ama demokratik bir otorite-tüm tarihsel mirastan eleştirel bir şekilde yararlanan bir otorite-olması gerekir. İlerlemeci pedagojinin vazettiği gibi öğretmenin palyaço, aktör, dramacı vs. gibi olmasına hiç gerek yok.



Waldorf Okulları
Waldorf Okulları, Rudolf Steiner’in I. Dünya Savaşı sonrası yoksul Almanya’sında 7 Eylül1919 Stuttgart kentindeki Waldorf-Astoria sigara fabrikasının işçileri için verdiği bir dizi eğitim konferansı sonucu kuruldu. “İnsanın antropolojik anlayışına uygun bir okul kurmak mümkün olur mu?” diye sorularak oluşturulan bu okullarda temel ilke, öğrencilerin kendi görgülerini ve dünyadaki yerlerini anlamalarına yönelik bir anlayış geliştirmektir.
2001 yılında dünyada 605’i Avrupa’da, 150’si Amerika’da ve geri kalanı da dünyanın diğer bölümlerinde olmak üzere 850’yi aşkın Waldorf Okulu’nın varlığından bahsedilmektedir. Ayrıca yine tüm dünyada 1200 Waldorf Anaokulu bulunmaktadır. Bu okullar 32 farklı ülkede 120.000 öğrenciye eğitim ve öğretim olanağı sağlamaktadır.


www.montessoriegitimi.org (alternatif eğitimle ilgili Eylem Korkmaz’in kaleme aldığı makale...)
Orff, Reggio Emilia, Sudbury, Summerhill, Sands gibi önemli metotlar/yaklaşımlar da var. Ancak tüm dünyada en yaygın bilinen ve uygulananları Montessori ve Waldorf yaklaşımları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder